Yonca Karakas, fotoğrafları ile yarı gerçekçi bir dünya yaratan sanatçılardan. Ona göre sanatta bir hikayeyi en iyi yapansa öz. Eserlerinde özü koruma çabasına girdiğini ve üreten herkes için temel olanın bu olduğunu es geçmiyor.
Yonca Karakas, fotoğraflarında kullandığı karakter ve nesnelerle var olan gerçeklik algısını bozarak izleyicisine alternatif bir evren yaratan sanatçılardan. İlhamını sinemadan alan sanatçı, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fotoğraf ve Video bölümü mezunu. Çekingen kişilik özellikleri ise onu daha bireysel ve izole bir alan olan fotoğrafa yönlendiriyor. Kamerasıyla tek başına stüdyoya girip denenmemişi denemek, şu anki sanatına dair izlediği yolun belirleyicisi oluyor. 2014’de Y O N K A adında kendi stüdyosunu kuruyor; yurt içi ve yurt dışında Akbank Sanat, Pg Art Gallery ve Guy Hepner gibi galerilerde sergiler gerçekleştiriyor. Çalışmalarında tarih, din ve psikoloji alanlarından yararlanarak evrende var olan hikayeleri alternatif evrenlere taşıyor. Karakaş, bu hikayeleştirme yöntemini ise şu sözlerle anlatıyor; “Fotoğrafa dair belirli görüntüler oluştururken hatta alternatif bir evren kurarken bile var olan gerçeklikten referans almadan ilerlemek zeminsiz bir mekan yaratmaya benzer. Bu bağlamda tarih, din, psikoloji ya da yer yüzüne ait herhangi bir bilgi, hikayeyi izleyicinin zihninde oturtmak için belirleyici oluyor. İzleyici anlamak ve hakim olmak istiyor. Fotoğraf çekerken bugünün bilgisinden referansla hareket etmemin tek nedeni izleyici ile arada bir bağ kurmak.”
‘Tüm işi teknoloji sırtlanırsa ruhu olmayan eserler yaratılır’
İnsanın mükemmellik arayışına fotoğraflarında adeta simülasyonu andıran karakterlerle cevap veren sanatçı sanatında teknolojiyi, işleri kolaylaştırmak açısından iyi bir araç olarak kullanıyor. Ama tüm işi teknolojinin sırtına yüklemenin, sanatçının kendi materyalini üretmekten kaçarak ruhu olmayan eserler yaratması anlamına geldiğini de belirtiyor. Karakaş “Tabii ki teknoloji alanında destek aldığım materyaller, programlar var. Ama mükemmel bir fotoğraf kamerasının ya da mükemmel bir Adobe programının benim için özel bir şey yapacağını düşünmüyorum. William Shakespeare’in dediği gibi ‘Tüm harika şeyler yöntem ve delilik arasında yaratılır.’ Öze odaklanmak ve yöntem edinmek çok daha önemli” diyor.
‘Üretilen eser sürdürülebilir olmalı’
Karakaş, ortaya çıkan sanat eserinin arkasındaki hikayeyi tamamlayanın öz olduğunun altını çiziyor. Özden kastı ise hikayenin oturduğu iskelet. Ona göre insan zihni de hiçbir şekilde susmayan ve devamlı üreten, gündelik yaşamdan etkilenen ama gerektiğinde oradan da kopabilen organik bir yapı. Bu yüzden özü korumanın en temel etken olduğunu belirtiyor ve ekliyor, “Evet, karmaşık bir coğrafyada yaşıyoruz; mevcut sorunlar aşırı derecede can sıkıcı ve sürekli olarak yenileniyor. Fakat üretirken bu organik ve yenilenen bağlar üzerinden devamlı olarak beslenip hikayeyi buna göre şekillendirirsek bu sadece döneme ait bir etki yaratır. Oysa yarattığımız hikayelerin bizden beslenen ve zamansız olmasında fayda var.”
Sanatçı sanatında “story-telling/hikayeleştirme”yi ise belirli bir dizgiyi takip eden kurmaca olarak tanımlıyor. Bu ister sinema gibi akışkan bir görüntü olsun ya da yüzlerce sayfalık bir kitap ya da belgesel fotoğrafı olsun yaratım sürecinde her şekilde dizgiyi takip etmek gerektiğini vurguluyor. Üretilen eserdeki konunun, sürdürülen bir şey olduğunu göstermek ise ona göre hikayeyi anlaşılır kılmak adına önemli bir etken.
‘Sanatta cinsiyet gözetmeksizin insanı temel almalıyız’
Çalışmalarına yavaş yavaş videoyu da dahil etmeyi planlayan Karakaş, insanlık tarihinde bilginin en kolay ulaşılabilir olduğu bu dönemde, “Edinilen her bilgi aklın bütün özgürlüğünü alıyor” görüşünü destekliyor. Sanatçı bir bakıma sistem dahilinde maruz kaldığımız dogmatik bilgi türü olarak bize aksettirilip belirli bir düzene tabi tutulmamızı sağlayan, sistemi sırtlayan yapıdan bahsediyor. Karakaş, geleceğin hikaye anlatıcılığını ise şöyle anlatıyor; “Oysa zihin özgürdür ve öyle kalmalıdır. Öte yandan tüm sistemi yerle bir ettiğinizi düşünün, yerine gelecek olan yeni bir düzen yine bugüne ve bugünün getirdiği yapıya doğru evirilecektir. Temel sorunun ‘insan’ olduğunu bilmekte fayda var. Gelecekte cinsiyet gözetmeksizin insanı merkeze alan hikayeler yaratmak en doğrusu olacaktır. Kolektif bir bütünün parçası olduğumuzu varsayarak, doğayı korumak ve gelecek nesillere mekan hazırlamak için gösterdiğimiz bu çabayı, iyileşmek adına bireyler olarak birbirimizi dolayısı ile en başta kendimizi de onarmak adına kullanmalıyız. Sonuç olarak belirli bir tarihin arkaik belleğini hala üzerimizde taşıyorsak, bu arkaik bellek bugünü de tarihsel olarak kayıt altına alıyordur.”