Digilogue, Istanbul Tasarım Bienali işbirliğinde, bienal kürasyon yaklaşımını yeniden yorumlayan bir dizi İnstagram filtresi ile dijital bir deneyim yaratıyor. Ayrıca programdaki sanat eserlerinden birini arttırılmış gerçeklik deneyimine dönüştürüyor.
Meltem Şahin tarafından tasarlanan Empathy Aura ve Empati Düzlemi filtreleri, bu yılki Bienal kimliğinden ve renk temasından yola çıkarak oluşturuldu ve Bienalin anlatısıyla sanal bir etkileşim sağlayarak sosyal etki kavramlarını araştırıyor.
Tasarımınızda bizi birbirimizle, aynı zamanda da etrafımızdaki dünyayla, diğer türlerle, mikroorganizmalarla, hatta evrenle bir araya getirmeyi hedefleyen empati temasını nasıl işlediniz?
Bilim adamlarının aksine, sanatçılar yaşamın örüntülerini görebilir, özümseyebilir, yaşamı bir bütün olarak kavrayabilirler ve belirli duyguları, fikirleri, düşünceleri, oluşumları, eylemleri aydınlatmak veya ortaya çıkarmak için bu tekrarları tasvir ederler. Bu durumda sanat eserleri üretirken ya da tasarlarken, zaten kendi içinde bir güç olan şeyi, vücudumun ve zamanın bir uzantısını, kültürel kalıplarımın bir yansımasını ortaya çıkarıyormuşum gibi hissediyorum.
“Vücudum dünyanın kumaşında sıkışmıştır ve onun tutarlılığı bir şeyinkidir. Ama kendi kendine görmekte ve hareket etmekte olduğundan, şeyleri kendi etrafında bir çember halinde tutar…”
Maurice Merleau-Ponty, Eye & Mind
Vücudumun dünyanın kumaşında küçük bir düğüm olduğunu kendime hatırlatmaya çalışıyorum, çalışmalarım bu birbirine bağlı liflerin bir devamı ve ben bu karşılıklı bağlılığa saygı duymak ve cevap vermek zorundayım. Sanat eserleri üretirken, zaten kendi içinde bir güç olan şeyi, vücudumun ve zamanın bir uzantısını ortaya çıkarıyormuşum gibi hissediyorum. Tekniğinden bağımsız olarak- animasyon, illüstrasyon veya oyuncak- eserlerim neon renkteki canlıların uzayda süzüldüğü bir evrene ait, ister androjen ister hermafrodit olsun, sizi bu esrarengiz deneyime davet ediyorlar. Tasarımlarımla, belirli bir ırk, sosyal statü veya güzellik niteleyicileri olmayan hassas bir yaklaşıma sahip figürler oluşturmak yerine, gerçek hayatın süregelmiş suretlerini tam anlamıyla taklit etmeyen, kişileri kendi oluşumlarından yabancılaştıran ve eğlendiren bir dil oluşturmaya çalışıyorum.
Aynı tasarım içinde birden fazla gövdeye, boyuta, vizyona, bakış açısına sahip olmak sizin için ne anlam ifade ediyor, bu tarz bir çoklu yaklaşımla tasarlama eğiliminde misiniz?
Türkiye’de yetişmiş bir sanatçı olarak, bir yandan güzelliğin idealize edildiği Batı kültürünü, bir yandan da kusurlu ve gelip geçici güzellikleri abideleştiren Doğu kültürünü gözlemledim. Çocukluğumdan beri, Doğuya daha yakın hissettim ve evrenin gariplikleri, detaylarındaki güzellikler ve geçen zamanın melankolisi hep ilgim çekti. Bu ikili karşıtlıklar, kalıpların üstesinden gelmeme ve dünyayı daha akıcı, sürekli değişen bir bakış açısıyla görmeme yardımcı oluyor.
Kendimi tanımlamakta sık sık zorlanıyorum. Sanatçı ve tasarımcı mı yoksa illüstratör ve animatör mi demeliyim? Kedimi hangi kategoride görmeliyim? İçimde birlikte çalışan, birbirini yargılayan ve eleştiren farklı kişilikler var. İş bittiğinde, bu farklı kişilikler hala farklı türler ve hatta cansız nesneler olarak konuşabilirler.
“Cézanne’in (pek çok kez yorumlanmış) enigmasıdır bu: “insan yok, ama bütünüyle manzaranın içinde”.”
Gilles Deleuze & Felix Guitar, Felsefe nedir?
Cezanne, sanat yaratma sürecinde sanatçıların parçanın kendisi haline geldiğini, böylece birden fazla beden, boyut ve bakış açısı yaşayabileceğini söyler. Bir dağ olmak, nasıl bir dağ olunacağını tasvir etmek… Ne gerekiyor ve ne veriyor?
Bienal için tasarladığınız eserinize günümüz küresel krizleri, ekonomik yapıları hakkında eleştirel bir bakış açısı taşıdınız mı?
Bienal için yarattığım efektlerde, bu yılki bienal temasının özünü taşıyorum. Bu yılki bienalin küratörü Mariana Pestana’nın muazzam bir şekilde belirttiği gibi “insandan daha fazlasına bağlanma kültürünü” yaratmak. Bu nedenle, yarattığım efektlerle, gezegenin iklimi ve ekosistemleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olan ve bu yapıları kırmaya çalışan Antroposen çağını düşündüm. “Aura Empathy” ile kullanıcı, kendilerini hayvanlardan minerallere kadar farklı şeylerle ilişkilendirebilir. Bu nedenle bu filtre, insanmerkezciliğin yapılarını azar azar kırmak için bu şeylere karşı empati geliştirmeyi amaçlıyor.
Tasarımınızla yalnızca tasarımınızı deneyimleyen kullanıcıyı değil, aynı zamanda herhangi bir tasarım sürecine özgü tasarım süreçlerine dahil pek çok karmaşık ve iç içe geçmiş unsuru nasıl ortak paydada buluşturdunuz?
Tasarım insanları cansız nesnelere daha empatik bir şekilde nasıl bağlayabilir? Bu tarz bir empatiyi artırmanın anlamı, nedeni nedir?
Çocukken, cansız nesneleri insan duygularıyla doldurduğum bir “animistik düşünme” aşamasından geçtiğimi hatırlıyorum. 8-9 yaşlarındayken, ailemle birlikte Santorini’de bir Pinokyo dükkanındaydım. Kırık olan tek Pinokyo’yu seçtiğimi hatırlıyorum. Onu öyle bırakamadım, diğer sağlıklı pinokyoların yanında engeliyle durmasına üzüldüm.
Bu yılki bienalde, empatiyi sadece diğer insanlarla bağ kurmanın bir yolu olarak değil, aynı zamanda hayvanlarla, bitkilerle, mikroorganizmalarla ve hatta cansız nesnelerle de bağ kurmanın bir yolu olarak düşünün. Japon kültüründe, canlı ve cansız arasında bir ayrıştırma yok. Japonlar cansız şeyleri bir şekilde canlı olarak görüyorlar. Yıllardır geleneksel Japon evleri tasarlayan mimar Len Breckett’in dediği gibi, “İçten içe ölü ve mekanik hissettiğimizde, onunla düzgün bir şekilde bağlantı kurarsak ve sunabileceği her şeyi takdir edersek, bir nesne bizi yeniden canlandırabilir.”
Nesnelerle bağlantı kurmanın, onlara saygı duymanın ve onlara sevgi duymanın, doğayla ve sunabileceği her şeyle bütün hissetmemize yardımcı olduğuna inanıyorum.
İnsana benzeyen nesneler tasarladığımızda, insanların o nesnelerle daha fazla empati kurdukları biliniyor. Japon robot mühendisi Masahiro Mori, bu davranışları “esrarengiz vadi” olarak tanımlıyor. Ona göre, bazı robot türleri gibi insana benzeyen nesneler, insana benzeme dereceleriyle doğru orantılı olarak gerçek insanlara benzer duygusal tepkiler veriyorlar.
Pinokyo’mun beni pek çok yönden mütevazılaştırdığını ve cansız nesnelere saygı duymayı öğrettiğini hissettim. Tasarım yaparken, bir nesneye insan benzeri özellikler atfetmek, cansız nesneleri insanlar için daha empatik hale getirmek için bir başka yol. Ama aynı zamanda, eğer tasarım nesnenin hikayesini, nasıl yapıldığını, malzemenin nereden geldiğini vurgularsa, insanları nesneye bağlayabilir. Ya da tasarımcılar, nesnenin kullanımını ve kullanıcıların tasarımla etkileşimde bulunmak için ne tür davranışlar sergilediklerini düşünebilirler.
Meltem Şahin için eseri hakkında sorular:
Bunları henüz ucuncu filtreyi yapmadigim icin tum soruları iki filtre uzerinden cevaplayacağım.
Sanatçının filtre geliştirmesinin esere kattığı erişilebilirlik açısından çalışmalarınızı nasıl etkiliyor?
Fransız filozof Maurice Merleau-Ponty, ressamın bedenini dünyaya ödünç vererek dünyayı resme dönüştürdüğünü iddia eder. Bu fikir bir sanatçı olarak beni her zaman etkilemiştir. Bu fikri filtre bağlamında düşündüğümde fark ettim ki, filtrelerde sadece sanatçılar değil, filtre kullanıcıları da sanat olma şansı buluyor. Alman filozof Nietzsche’de de benzer bir kavram var. O da Dionysos sanatından bahsederken, artık bir sanatçı değildir insan, bir sanat yapıtı olmuştur der.
Filtreler kullanıcıya yeni makyajlar, kostümler ve fiziksel görünümler ve hatta yeni kimlikler verir. Aralarından seçim yapabileceğiniz neredeyse yeni alter egolar sunar. Filtrelerde beni en çok etkileyen şey, filtrelerin performatif yönüdür. Filtreler, kullanıcı olmadan bir hiçtir, onları kullanan insanlarla birlikte yaşarlar ve kullanıcının hali, kullanımı ve hareketleriyle büyük ölçüde değişir. Kısa ömürlüdürler, yeni bir kullanıcı her kullandığında yeniden doğarlar. Bir kullanan olmadan var olamazlar, hiçbir seydirler.
Filtrelerin bu kadar insana ulaşabilmesi, benim için çok motive edici ve heyecanlı bir durum. Binlerce insanin eserimi adeta giymesi, onun parçası olması, onun farklı kullanım alanlarını çıkarması, bir girişimci gözünden baktığımda da bana çok şey katıyor.
Tasarım bienali için empati temasında hazırladığınız üç filtre için çıkış noktanız ne oldu?
Şu ana kadar bienal ekibi ve Digilogue ile birlikte iki filtre ürettik. “Empati düzlemi” adlı filtrede kullanıcı bu seneki bienalin tipografik kimliğine göre tasarlanmış Ve “Empati yeniden” yazısını uzamda, kendi başına ayakta duran adeta bir monolit gibi deneyimleyebilir. Bu düzlemin etrafında dolaşıp, yaklaşıp, uzaklaşabilir. Burdaki çıkış noktamız aslında bu “Empati Yeniden” yazısını ve dolayisiyla fikrini insanların kendi ortamlarına, anılarına taşıyabilmesi fikriydi.
1970 yılında Guy Coggins, insanların bedeni çevreleyen elektromanyetik alan üzerinden auralarını yakalayabilen, bir kamera icat etti. Bu seneki bienalin tüm görsel kimliği tasarlayan Studio Maria João Macedo, bu aura fotoğraflarından çok etkilenmişler. Biz de “Empati Aura”yı, bu çıkış noktası üzerine tasarlamak istedik.
Bu eserlerle aktarmak istediğiniz nedir?
“Empati Düzlemi” adlı filtreyi tasarlarken beni en çok heyecanlandıran, kullanıcının bulunduğu ortamı, bienale bağlı bir işi deneyimleyerek, kendi küçük bienaline dönüştürebilmesi durumu. Bienale çeşitli nedenlerle gelemeyenler için, özellikle pandemi döneminde, bienalin bir parçasını evinde, sokağında deneyimleyebilmek, bu eserle elde etmeye çalıştığımız en önemli şeydi sanırım.
Aura fotoğraflarından çıkan filtremizin rengi de ağırlıklı olarak yeşil. Yeşil rengi de aurada empatinin rengi. Bu filtrede daha oyunlaştırılmış bir deneyim hazırlamak istedik. Filtreyi açtığında kullanıcı “Bugün empati auranız nedir?” diye bir soru ile karşılaşıyor. Ve yazdığımız kod sayesinde, bienalin 7 farklı kategorisinden biri kişiye çıkıyor. Teman belli olduktan sonra da sana tek cümlelik bir talimat veriliyor. Bu filtre ile kullanıcı hem bienalin bitkiler, hayvanlar, göksel nesneler gibi farklı kategorileri ile bağlantı kurabiliyor, hem de bienalin tüm görsel kimliğinin hikayesine tanık olabiliyor.
Üç filtreyi birbirinden ne ayırıyor?
“Empati Düzlemi” uzamda var olan bir tipografik heykel. Kullanıcı bedeniyle bu filtrenin parçası olmak yerine bulunduğu ortam, yani heykeli yerleştirdiği yer, ve kadrajlarıyla bu filtrenin parçası olur.
“Empati Aura”da ise hem ön kamera, hem arka kamera çalışır. Kullanıcı ya ön kamerada filtreyi kendisi giyebilir, ya da arka kamerada istediği kişiye bu filtreyi giydirebilir. Bu filtrede kullanıcının bulunduğu yer görülmez, o yüzden de önemi yoktur. Burda filtreyi giyenin, hareketleri, mimikleri işin bir parçası olur. Bir de tabi daha önceden bahsettiğim gibi bu filtrede bir oyunlaştırma, bir rasgele dağıtıcı vardır. Bienalin 7 farklı kategorisinden birini rasgele kullanıcıya atar, ve altında bir talimat belirir. Bütün talimatları görmek isteyen kullanıcı veya kendine uyduğunu düşündüğü kategorinin çıkmasını bekleyen kullanıcı bu filtreyi tekrar tekrar kullanır.
Bienale Digilogue’un deneyim sponsorluğu çerçevesinde katılıyorsunuz, Digilogue’un festivale kazandırdığı dijital katmanı bir sanatçı olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Dijitalin farklı disiplinlerle ilişkisini odağına alan Digilogue, benim sanatçı olarak yıllardır takip ettiğim bir platform. Digilogue bu seneki çalışmalarıyla, Tasarım Bienalinin kürasyon anlayışına, yaklaşımına sunduğu projelerle, çok boyutluluk ve erişebilirlik sağlamıştır. Bu seneki Bienalin teması “Empatiye Dönüş: Birden fazlası için tasarım”dır ve bu temayı ve böylece bienalin bir parçasını Instagram filtreleriyle sadece İstanbul’da yaşayan, veya Istanbul’a gelebilenlere değil de, bunları deneyimlemek isteyen, Instagram’ı olan herkese ulaşılabilir kılmıştır. Filtreler dışında da bienal sanatçılarından Soraia Gomes Teixeira’nın kamusal alanda bulunan eserlerinden birini arttırılmış gerçeklik deneyimine de taşımıştır. Burda da çıplak gözle elde edilen deneyimin üzerine, başka bir cihaz üzerinden bakıldığında elde edilmek üzere adeta sürpriz hayalet bir heykel eklenmiştir.