Digilogue’un dijital sanat partnerliğinde bu sene 4. kez düzenlenen Base sergisi; yeni nesil Türk sanatının gelişimini destekliyor. Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki sergide Digilogue seçkisi altında sergilenen “Sil Baştan” eseriyle Tolga Akbaş, hafızanın yok olmasına odaklanarak bir mahallenin “Kentsel Dönüşüm” sürecini gözler önüne seriyor. Dijitalleşen dünyayla güçlenen video sanatının da izlerini taşıyan “Sil Baştan”ı Tolga Akbaş’tan dinliyoruz.
Base’in sanatçılara nasıl bir kapı açtığını düşünüyorsunuz?
Türkiye’de sanat konusunda görünür olmak çok zor. Dünyanın en iyi işlerini üretiyor olsanız bile, görünür olmadıktan sonra pek bir anlam taşımıyor. Base bu noktada bu bozuk yapının ayakta kalan tek direği gibi, yeni nesil sanatçıların görünür olabilmesi için bir kapı aralıyor. Umuyorum ki ileriki yıllarda “yeni mezun” başlığının dışına da çıkılacak belki uluslararası başka projelere de imza atılacak.
Bir mahallenin dönüşümüne şahit olma sürecinde çekim yaptığınız perspektif ilk olarak nasıl ilginizi çekti?
Fotoğraf eğitimi aldım ama fotoğrafın ana ayaklarından biri olan “an” meselesini çoğu kez yetersiz gördüm. Bu yüzden de daha çok süreçlere yöneldim. Hatta tek bir fotoğrafla süreçler nasıl görüntülenebilir diye düşündüm ve ortaya “Höyük” projesi çıktı. Uzun yıllardır ‘time lapse’ tekniğini çalışmalarımda ağırlıklı olarak kullanıyorum. Çoğu işimde bunun izlerini görebilirsiniz. “Sil Baştan” çalışmama gelecek olursak eğer, “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” filmini çok severim. Filmde sevgilisinden ayrılan Joel, ilişkilerine ait anıları sildirmeye başlar ama bir süre sonra pişman olur ve anılarını kurtarmak için çaba harcar.
Günümüzde ben bu hikayeyi en çok kentsel dönüşüm ile ilişkilendiriyorum. İnsanların müstakil ve bahçeli evlerini terk ederek, balık istifi apartmanlara yerleşiyor olması gerçekten de canımı yakıyor. Bu durumun ekonomiyle politikayla elbette çok ilgisi var. Bu konulara girmeden sonuca bakarsak eğer, bu yeni apartman sakinleri, filmdekine benzer bir pişmanlık yaşıyorlar. Erik kopardıkları ağaçları, tavuk besledikleri bahçeleri, köpeklerle oynadıkları boş alanları arıyorlar. Buna benzer bir durumu ben de yaşadım ve halen içimde bir yaradır. Tüm bu hikâyeyi bir fotoğraf serisiyle de verebilirdim. Fakat bunu yaparken duygusal davranacağımı biliyordum. Bu yüzden sabit bir açıdan belli aralıklarla fotoğraf çekmeyi yani time lapse tekniğini tercih ettim. Ben, kameranın başında değildim, müdahil olmadım. Ve sonra tüm görüntüleri üstüne herhangi bir yorum katmayarak izleyiciye sundum. Video, insanların çoğu için bir hatıra canlanması yaratırken, böyle bir süreci yaşamayanlar için de yeni bir anı niteliğinde.
Kameramı bir ortak gibi kullanıyorum
Kolektif hafızanın yok olmaya başlaması sizde nasıl bir iz bırakıyor? Eserinizdeki duygunun izleyiciye aynı duyguyu hissettiriyor mu?
Hafızanın yok oluşunun bendeki etkisi çok dramatik. Çünkü benzer bir süreci ve süreç sonrası sorunları yaşadım. Eserin, herkeste aynı duyguyu yaşatıp yaşatmadığı sorusu ise biraz karışık ve aslında orada da ayrı bir hikâye var. O hikâyenin adı da “alışmak”.
Biz senelerdir çevrede iş makineleri, inşaatlar, baretlerle dolaşan insanlar ve şantiyelerde yaşanan ölümlü kazalar görmeye alıştık. Bu durum, “kentsel dönüşüm” kavramının insanları “alıştırarak” dönüştürdüğü ayrı bir alan. Buradan yola çıkarsak eğer; eser, “alışmak” kavramı dâhilinde, alışılmış bir görüntü sunuyor. Base’de de bunu gözlemleme şansım oldum. Çoğu insan bir göz atarak yanından geçip gitti. Çünkü bir mahallenin başka bir şeye dönüşmesi, alışıldık bir şeydi. Bence bu geçip gitmeler bile eserin güçlü yanını ortaya koyuyor.
Zaman kavramı eserlerinizde oldukça önemli… Değişimi video haline getirirken her karede başka bir detay görüp başka bir hayat mı keşfediyorsunuz?
Zaman, benim çalışmayı sevdiğim bir kavram. Zamanın, fotoğraf mantığıyla donmasını değil, öncesi ve sonrasıyla devinmesini ve girift yapılar oluşturmasını seviyorum. Video süreci sorudaki gibi tam bir keşif yolculuğu. Bu yolculukta kamerayı bir araç gibi değil, bir ortak gibi kullanıyorum. Beraber çalışıyoruz. Çünkü benim bir noktada günlerce, aylarca durabilmem imkânsız. Kamera bana bu imkânı veriyor. Her karede yeni bir detay görme kısmı çok heyecanlı. Kamera çoğu kez benim asla çekemeyeceğim detayları, hayatları bana getiriyor. Mesela bir tarla faresinin günlük rutinini, kaçta yuvasından çıktığını, kaçta yuvasına girdiğini bu şekilde öğrenebiliyorum. Örnekler çoğaltılabilir.
“Sil Baştan”ı izlerken yepyeni bir düzlükle karşılaşıp ardından yeniliğin de gelişimini merak ediyoruz… Her şey yıkıldığında siz neler hissetiniz?
“7A” isimli bir başka projem buna cevap olabilir. 7A, İstanbul Gaziosmanpaşa’da bir kentsel dönüşüm alanı. Yaklaşık 4-5 yıl öncesine kadar, müstakil evlerin olduğu bir gecekondu mahallesiydi. Sonra tüm binalar bir bir yıkıldı ve yıkım sonrası bu alan, Sil Baştan’ın sonu gibi büyük bir düzlük haline geldi ve çalışmalar 1-2 yıl durduruldu. Sonra bu alan başka bir değişim yaşamaya başladı. Kadınlar yeşilliklerden çeşitli bitkiler toplarken, çocuklar bisikletleriyle gezmeye başladı. Akşamları müdavimleri eksik olmazken, sokak köpekleri bu alanda hâkimiyet kurmak için sürekli bir mücadele içine girdiler. Pandemi boyunca da insanlar için bir kaçış noktası oldu bu alan.
Piknikler yapıldı, uçurtmalar uçuruldu. Mekân değişmişti, ta ki inşaat tekrar başlayana kadar. Şu an çok sayıda güvenlikle korunan, etrafı çevrili bir şantiye haline geldi. Ne piknik yapanlar var, ne de bisikletli çocuklar. Bitkiler ve ağaçlar iş makineleri tarafından ya ezildi ya da söküldü. Bu durum gerçekten de üzüyor insanı. Merak ettiğimiz yenilik, yenilik kavramının içinde büyük bir yer kaplayan “iyilik, güzellik” değil.
Belleği canlı tutan mekânlar kavramının altını çiziyorsunuz… Hâlâ bunu sağlayan sokaklar, caddeler ya da şehirler var mı?
Bellek garip bir şey, bugün itirazlara rağmen yapılan bir yapı, 100 sene sonra yıkılmak istendiğinde belleğin bir parçası olarak yıkılamayabilir. Elbette ki belleği canlı tutan mekânlar var. Konuya bireysel olarak yaklaşırsak eğer; bu, kişinin kendi iç dünyasıyla ve yaşanmışlıklarıyla ilgilidir. Kişisel belleği canlı tutan kişisel anılar vardır. Hatta hayallerimiz bile mekânsal belleği canlı tutar. Ama kolektif bir bakış açısıyla bakarsanız durum değişir. Burada bir mücadeleyle karşılaşırsınız. Politik olarak mekânsal belleğinizi canlı tutmak / yok etmek isteyenler olabilir. Tüm bu mücadelede isim vermek bence pek doğru değil.
Çalışmalarınızı hangi ekipmanlarla çekmeyi tercih ediyorsunuz?
Fotoğrafın ve videonun teknik yeterliliklerine çok takılmıyorum. Zaman temelli çalıştığım için o an en hızlı ulaşabildiğim donanım ne ise onunla çalışmayı tercih ediyorum. Bu durum çoğu kez başta istemediğim ama sonrasında sevdiğim sonuçlara götürüyor beni. Lens hatalarıyla, sensör arızalarıyla, kamera yetersizlikleriyle uğraşmayı seviyorum. Açıkçası çok kaliteli, yüksek çözünürlüklü görüntüler beni cezbetmiyor. Ama yeni teknolojileri takip ediyorum. Kaliteden çok, değişim getiren teknolojiler ilgimi çekiyor.
Çağdaş işler üretebilmek için teknolojiyi takip etmenin önemi yadsınamaz.
Video sanatı son dönemde sergilerde oldukça fazla yer buluyor. İzleyicinin video ile bağını nasıl tarif edersiniz?
İçinde bulunduğumuz zaman video sanatının yükselmesi için çok önemli. Artık herkes akıllı telefonları sayesinde çok kaliteli videolar ve fotoğraflar üretebiliyor. Bu durum fotoğrafın icadı sonrası ressamların yaşadığı duruma çok benziyor. Fotoğraf icat edildikten sonra bir grup ressam, resmi bırakıp fotoğraf çekmeye başlarken, bir grup ressam ise vazgeçmeyerek günümüz güncel resmini yarattılar. Aynı şeyler güncel video için de geçerli.
Video sanatçıları artık farklı şeyler deneyip, farklı görme biçimleri üretmeye başladılar. Konuya izleyici açısından bakarsak da, etrafı videolarla ve kameralarla çevrelenmiş bir dünyada, birbirini tekrar eden üretimler yerine, video sanatçılarının çalışmaları, alışılmışın dışında üretimler olarak görülüyor ve ilgiyle karşılanıyor.
Dijital gelişmelerin sanatınızdaki direk ya da yüzeysel bir şekilde de olsa etkisi ne yönde oluyor?
Olumlu yanı, dijital gelişmelerin üretimi ve üretimi yaymayı kolaylaştırması. Fakat bu durumu lehinize kullanabilmek için donanımlı olmalısınız. Geleceğin sanatçıları yapay zekâ, yazılım ve donanımla muhakkak ilgilenmeli. Hatta sanat eğitiminden önce alınacak teknik bir eğitimin (yazılım gibi) sanat üretimini güçlendireceğine inanıyorum. Benim dijital gelişmeler karşısında yaşadığım en büyük sorun genelde yazılım ve donanımsal oluyor. Çözüyorum ama çok uğraşıyorum. Bu konuda yardıma açığım.
İşlerinizi anlatırken teknolojiyi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Teknoloji çok önemli. Önümüzdeki günlerde daha da önemli hale gelecek. Çünkü yapay zeka diye bir rakibimiz olacak. İşlerimde teknoloji, beni yere bağlı olmaktan kurtarıyor. Micro bilgisayarlar ve kablosuz ağlardan yararlanıyorum. En büyük yardımcım diyebilirim.
Üretim sürecinizde her geçen yıl değişen teknolojiyle nasıl bir değişim sergiliyor?
Yeni teknolojilerle çalışmalarımı harmanlamaya çalışıyorum. Bu bir donanım da olabiliyor, bir yazılım da. Ama sanatsal üretim için illaki yeni bir teknolojiye ihtiyaç yok. Fakat yeni nesil sanat, disiplinler arası çalışmayı gerektiriyor. Bu çalışmaları yaparken de gelişen ve değişen teknolojiyi kullanmak elzem bir hale geliyor. Çağdaş işler üretebilmek için teknolojiyi takip etmenin önemi yadsınamaz. Ayrıca teknoloji bizi yeni gelen nesil ile bağlantılı bir hale getiriyor. Bu bağlantının devam etmesi, çağdaş işler üretmenizi sağlar. Benim bu bağlantıyı canlı tutma yollarımdan biri bilgisayar oyunları oynamak oluyor.